"(...) Bu çalışmaya başlarken karşıma birden fazla siyasal dalgalanmanın çıkacağını düşünüyordum. Ancak, birbirinden farklı ideolojik-politik yaklaşımı benimseyen dört Kürt(çe) yayınevi ile yaptığım görüşmeler sonrasında en çok etkilenilen dönemin “çözüm” sürecinin sonlanması olduğunu fark ettim. 90’lı yılların sert atmosferi bile yayınevlerini sürecin bitmesi kadar olumsuz etkilememiş. Muhafazakâr-İslami bir yayınevi olan Nûbihar 28 Şubat Darbesi’nden bile bu kadar olumsuz etkilenmemiştir. Yayınevinin kuruluşundan bu yana çalışmalarında olan Süleyman Çevik, 90’lı yılları bugünle kıyasladığında o yılların “bahar” gibi olduğunu belirtmiştir. Türkiye siyasal tarihinde hiçbir toplumsal/politik olay Kürt(çe) yayınevlerini bu denli olumlu ve/veya olumsuz etkilememiştir. OHAL dönemleri, parti kapatılmaları, 90’lı yılların çatışmalı ortamı, 2003 Irak Savaşı, Ortadoğu’da süren savaşlar, darbeler vs. “çözüm” süreci kadar yayınevlerini etkilememiştir.
1980’li yıllardan itibaren silahlı mücadele yürüten Kürt siyasi hareketinin Kürtçeyi kamusal alanda görünür kılan çeşitli adımlar atması, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek istemesinin sonucu rejimde yapılan yasal ve/veya pratik düzenlemeler, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi ve küreselleşme fenomeni gibi farklı faktörler Türk devletinin 1991’de dil yasaklarını kaldırması sonucunu doğurmuştur.
“Çözüm/müzakere” sürecinde ise devlet tarafından atılan olumlu adımlar Kürtçeyi kamusal alanda daha görünür kılmıştır. Devlet televizyonundan aralıksız Kürtçe yayın yapılması, Turizm ve Kültür Bakanlığı bünyesinde Kürtçe kitapların basılması, Kürtler ve Kürtçe üzerindeki baskının azalması Kürt okurun zihninde de artık Kürtçe kitabın suç unsuru olarak sayılmayacağı algısını oluşturmuştur. Yine devlet tarafından çeşitli üniversite bünyelerinde Kürt Dili ve Edebiyatı ya da Zaza Dili ve Edebiyatı bölümleri açılması Kürtçe kitap basan yayınevleri için belli oranda bir talep oluşturmuştur. Tüm bu gelişmeler ise Kürtçenin “pazarını” genişletmeye başlamıştır.
Ancak “çözüm” sürecinin bitmesinden sonra devlet tarafından atılan bütün adımlar neredeyse geri çekilmiştir. Bu dönem, Kürt(çe) yayıncılık tarihinin ekonomik-politik ve hukuki baskı anlamında belki de en zor süreci olmuştur. Devletin Kürtçeye olan mesafesinden hareketle Kürtçe kitaplara yönelen belli bir Kürt(çe) okurun olduğuna değinmiştim. Süreç bittikten sonra bu okur kitlesinin zihninde yer alan Kürtçeden dolayı zarar görürüm endişesi okur sayısını azaltmıştır. Yayınevlerine verilen siparişler ve Kürtçe kitapların yoğunlukta olduğu kitabevlerine gidiş-gelişler de azalmıştır. Yine kitap dağıtım şirketleri beraber çalıştıkları Kürt(çe) yayınevleri ile sürecin bozulmasından sonra çalışmamaya başlamıştır. Özellikle Aram Yayınevi, Kürt siyasi hareketine yakın olmasından dolayı kitap yasaklamaları ve toplatmaları ile karşı karşıya kalmış ve İstanbul’daki kitabevleri (Beyoğlu-Kadıköy) kapanma noktasına gelmiştir. Diğer üç yayınevi de “çözüm” görüşmelerinin bitmesi ve sonrasındaki çatışalı sürecin Kürtçeye yönelik hem okur hem de kitabevlerinin ilgisini azalttığı, dolayısıyla ekonomik sıkıntılar ile yüz yüze kaldıklarını belirtmiştir. Nitekim Vate Yayınevi, Beyoğlu’nda bulunan ofisini kapatmak zorunda kalmış, sahibi yazar ve editör Deniz Gündüz kendi evini yayınevinin ofisi olarak kullanmaktadır. “Çözüm” süreciyle beraber bir yılda basılan Kürtçe kitap sayısı tarihinin en yüksek oranına (250+) ulaşmış, mamafih sürecin bozulmasından sonraki üç sene boyunca bu sayı ciddi oranda azalmıştır. Baskı ortamı okuyucuyu kadar Kürt(çe) yazar, şair, çevirmen ve benzerlerini de etkilemektedir. Yine Kürtçe eğitim veren okullar, enstitüler, kreşler, dernekler kapatılıp Kürtçenin kamusal alanı daraltılmaya çalışılmıştır. Bu durum bir yandan var olan okuyucuyu olumsuz etkilemiş diğer yandan yeni Kürtçe okuyucu oluşması önünde ciddi bir bariyer olmuştur. Sonuç olarak, “çözüm” sürecinin bozulması Kürt(çe) yayıncıları maddi- manevi her yönden olumsuz etkilemiştir. Yayıncılarla beraber okuyucu, yazar, şair, çevirmen; dağıtımcı, kitabevi ve matbaaları da etkilendiğini unutmamak gerekiyor. (...)" (Sayfa 28 - 30)