"(...) Son birkaç yıldır hem ben hem de cemaatimizde birçok genç şu soruya cevap aramaya çalışıyor: “Biz kimiz?” Soru ilk etapta bir cemaat veya topluluğun kendini tanımlayamaması olarak görülüyor. Ancak tam olarak öyle değil. Antakya, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, kimlik asimilasyonunun en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir. Antakya’nın Türkiye’ye katılması ile birlikte siyasi ve toplumsal dengeleri bozulmaya başladı. Bölgede var olan Hıristiyan (Rum ve Ermeni) nüfusu büyük bir göç verdi. Bu göç ile beraber sosyal hayat ve ekonominin olumsuz anlamda değişmesiyle birlikte toplumun belleği de zarar gördü.
İlk olarak, kendini Arapça’da Mesîhi (İsevi) olarak tanımlayan Antakyalı Rumîlerin geçmişle bağları kopmaya başladı. 1939 öncesinde kendi okulları olan Rumîlerin, 1939’dan sonra kilise vakıfları dışında kurumları kalmadı. Kültürü devam ettirecek kurumların yokluğu dili ve kültürü kırsal kesimlere hapsetmeye başladı. Bunun yanı sıra, Antakya’da yerel halkın neredeyse hepsinin Arapça biliyor olması her ne kadar konuşma dilinin asimile edilmesini yavaşlattıysa da anadilde eğitimin olmaması yazı dilinin öğrenilmesini engelledi.
Cemaatimizin konuştuğu dil Arapça, ancak kiliselerimiz Rum Kilisesi. Bu durum gençler arasında “Arap mıyız, Rum muyuz?” gibi soruların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Özellikle 1990’lardan sonra Türkiye’nin çok kültürlü yapısının kendisini hissettirmesi ile “Biz kimiz?” sorusu da daha fazla tartışılmaya başlandı. (...)" (Sayfa 2)